Sizlere bugün aç gözlü bir ÖKÜZ’ün kısa süren hikayesini anlatacağım…

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, mütevazi bir çiftlikte hayata gözlerini açmış bir dana varmış…

Çiftlik o kadar mütevazıymış ki; hayvanlara tencere, tava gibi kaplar içerisinde otlar verilirmiş…

Yokluk tabi…

Tabi o şartlarda içerisinde bulunduğu çiftliğin ağıllarında, hayvanların otlarının konulduğu müsürlük yokmuş…

Tencere, tava gibi kap kacak içerisinde ot yemeye alışkın Öküz’ün, o günlerden kalan bir özelliği geleceğine sirayet etmiş.

Karakteri olarak yerleşmiş kalmış…

O günlerden kalan özelliği ile bundan sonraki hayatında Öküz, oldum olası müsürlüğünü tanımazmış!

Bir gün İstanbul’dan gelen bir ağa Erzurum’a bir çiftlik kurma kararı almış…

Tabi boş çiftlikle olmaz! Çiftliğini doldurmak istemiş…

Bu ağa çiftlikleri gezerken, bu dananın olduğu o mütevazı çiftliğe gelmiş…

Bu danayı görmüş…

Bu büyüyünce iyi Öküz olur demiş ve satın almış!

Götürmüş çiftliğine bağlamış…

Tabi yeni çiftliği bizim dananın geldiği çiftlikten çok başka…

Her yer steril; otlar kaliteli, çalışanlar bu Öküzün etrafında dönüyor, kapılar bile otomatik açılıyor!  

Her şeyden önemlisi müsürlük var müsürlük!

Ama bizim Öküz alışmış Kap kacağa…

İşte orada başlıyor bizim Öküzün müsürlüğünü tanımaması…

Hikaye o ya, gel zaman git zaman İstanbul’dan gelen ağa; “Bu öküz burada iyice semirdi. Biz bunu şehrin hizmetine verelim, şehre faydası olsun diye milletin hizmetine, salıyor şehre…

Sürüyor şehrin dağlarına, meralarına!

Tabi bizim Öküz de ağasının da gölgesinde bir oraya, bir buraya şehrin dağlarını, bayırlarını dolanıp duruyor…

Dediğim dedik, çaldığım düdük hesabına, önüne gelene efeleniyor!

Tabi zaman geçiyor…

İlçelerin dağlarında Öküzlük, Köylerde Öküzlük, mahallelerde Öküzlük derken, havalara giren Öküz, çıkıyor Palandöken’in tepesine!

Artık bu şehir bana dar diyor…

Ne ağası aklına geliyor, ne de bu şehrin verdikleri…

Uzaklara bakarken, şu uzakta görünen Ankara herhalde diyor!

Orası büyük şehir…

Ben oraya gidecem diye koyuyor kafasına!

Az gidiyor, uz gidiyor, dere tepe düz gidiyor…

Giderken de rahat durmuyor…

Her yerden haber gönderiyor Ankara’ya…

Vaziyet alın, ben geliyorum!

Ve Ankara’ya varıyor…

Ben Erzurum görmüş Öküzüm, Ankara artık benim edalarında giriyor Ankara’nın otlaklarına…

Ama Ankara Başkent!

Kurdu var, çakalı var, sırtlanı var, Aslanı var…

Ağası var, paşası var, taciri var, cambazı var…

Bu Öküz her önüne gelene efeleniyor…

Kurttan kurtuluyor, çakaldan sırtlandan…

Bir çoğuna efeliğini yediriyor…

Otlak otlak dolanırken bir gün Aslana denk geliyor!

Ve takdir edersiniz ki,  Ne kadar Öküz olursa olsun, ancak Aslana yem olur!

Ve hikaye doğal olarak orada bitiyor!

Başlıkta dediğimiz gibi “Aç gözlü Öküzün hazin sonu” bu şekilde noktalanıyor.

Sürç-i Lisan ettiysem, affola…